Digimodernizm’de Toplumsal Yapı

Digimodernizm’de Toplumsal Yapı

Beş sene önce Amerika’da tesadüfen denk geldiğim bir konferanstaki konuşmacı içinde yaşadığımız çağın kültürel mantığı hakkında bilgiler verirken, bu bilgileri digimodernizm adı altında birleştiriyor. Ve bu yenidünyayı tanımlarken, ‘Değişen şey sadece isim değil, tüm yaşam pratiklerimiz’ diye de uyarıyordu. Teknoloji ile bütünleşen birey sadece ona değil aynı zamanda onun beraberinde getirdiği tüm yıkımlara da bağımlı bir hale geldi. Öyle ki, teknoloji fetiş hale getirilip gerekliliği sorgulanamaz bir tüketim nesnesi olarak sunuldu. İş hayatında ve günlük hayatta teknoloji üzerine kurulan sistem birey üzerinde o kadar kapsayıcı bir hal aldı ki, birey, teknoloji olmadan en basit işlerini gerçekleştiremez, toplumsal ilişki kuramaz, eğlenemez ve düşünemez hale geldi. Kısacası Digi-modernizm bilim kurgu filmlerini aratmayan bir distopyayı beraberinde getirdi ve hayatlarımızın ortasına bıraktı.

digi2

Peki, kimdi bu digimodernizm?  Ve yaşamlarımızın içine fark ettirmeden kalıcı bir şekilde nasıl nüfuz ediyordu? Sanırım 2000’li yılları anlamak için 90’lı yıllara bir göz atmakta fayda var. 1990’larda World Wide Web (WWW)’in ortaya çıkışıyla internet yaygınlaşarak gündelik hayatın bir parçası haline geldi ve sürekli gelişen teknoloji sayesinde internet, bilgisayarın tekelinden çıkıp, bireylerin neredeyse bir uzvu haline dönüştü.

Bireyler ekranlarla kurdukları simülatif ilişkileri yüz yüze iletişime tercih etmekte ve sürekli artan sosyal medya platformlarında kendilerine yeni simülatif özneler yaratmakta. Ben kendimce bu durumu simülatif özneye duyulan platonik aşk olarak tanımlıyorum. Şöyle ki, sosyal medya sitelerinde kullanıcılar kimliklerini gizleyerek, değiştirerek pek çok rolü oynayabilmekte, beden ve mekân tasarımları içinde farklı benlik deneyimleri yaşayabilmekte. Siber mekânın ortaklığı ve anındalığı sayesinde, bulundukları mecrada hem içerik üreten hem de aynı anda tüketen konumunda olabilmekte.

digi4

Digi-modernizm sayesinde  çalışmak için ofise, eğitim için okula, alışveriş için markete, finansal işler için bankaya gitmeye gerek kalmadı. Kulağa hoş gelen bu interaktif olanakların diğer yüzünü kendimce interpasiflik olarak okuyorum ben.  Tüm toplumsal ilişkilerde ve yaşam pratiklerinde simülatif özne ve teknoloji arasındaki ilişki hiyerarşisi digimodernizm ile birlikte ters orantıya dönüşmekte, birey-interpasif, teknoloji-interaktif bir hal almakta. 

Bu yenidünyayı daha iyi anlamak için, ünlü düşünürlerin sözlerine kulak kabartmakta fayda var. Örneğin Jeremie’nin internet toplumuna dair eleştirisi bana göre tam da yerinde, şöyle diyor kendileri; ‘Google kiminle iletişim kurduğunuzu, kimi tanıdığınızı, ne araştırdığınızı, potansiyel olarak cinsel yöneliminizi, dininizi ve felsefik inançlarınızı bilir.’ Jeremie konuşurda Andy boş durur mu? Onun google ile ilgili düşüncesi ise, ‘Sizin hakkınızda sizin bildiğinizden daha çok şey bilir. İki yıl, 3 gün ve dört saat önce ne aradığınızı biliyor musunuz? Google biliyor.’ Bu arada google’ın 60 saniyede 2,4 milyon aramanın yapıldığı bir yer olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Yazının başından beri toplumdaki sosyolojik ve psikolojik kırılmayı dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Ama yine de sayısal veriler ile ikna olacak isek, dünyada 1.7 milyar insan sosyal ağlara üye ve bu sayının her geçen gün artmaya devam edeceğini tahmin etmek için Einstein olmaya gerek yok. Sadece Facebook’da 1.6 milyar aktif kullanıcı bulunuyor. Artık dünya haritasında Facebook’a yer açmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Özetle digimodernizm tüm yaşam pratiklerimizin içine her geçen gün daha kalıcı bir şekilde nüfuz ederken toplumsal yapıyı ve alışkanlıklarımızı da kendi perspektifi doğrultusunda değiştirmekte. Bireyler hem teknolojiye hem de onun beraberinde getirdiği tüm yıkımlara bağımlı hale gelmekte.  J.G. Ballard boşuna bu yüzyıl için ‘Akılla kâbusun evliliğidir’ dememiş.

[social_warfare]

SİZ DE YORUM YAPIN!

YORUMLAR (0)